Ana Sayfa Basligi

20 Ağustos 2010 Cuma

Akşehir ile ilgili Kitaplar, Dergiler, Yazilar

.
Akşehir ile ilgili digitallestirilmis belgeler icin bakiniz http://www.belgeler.com/ara?s=Ak%C5%9Fehir
Belgeler.com sayfasinda Akşehir adi gecen simdilik 1130 belge bulunmaktadir. Cogunlugu doktora tezi, arastirmalar, makaleler vb. bilimsel yazilardir.

#######################################


KÜÇÜKASYA SEYAHATİ 1895 YAZI


Yazari: Friedrich Sarre
Original Dili Almanca, Yayin yili 1896, Berlin
Çeviri : Dara Çolakoğlu
Yayinevi: Pera Yayincilik
Yayin Yili: 1998, Istanbul
ISBN : 9789758065103
Ebadi: 16 x 24 cm, 315 Sayfa

"Bu kitap, benim 1895 yılı Haziran ve Temmuz aylarında, antik çağda Frigya, Lykaonia ve Pisidya bölgelerinde ve Türk vilayeti Konya'ya yapmış olduğum Küçükasya gezisinde elde ettiğim, sanat tarihine ve coğrafyaya dair bilgileri içeriyor. Bu gezinin en temel bilimsel amacı, Selçuklu İmparatorluğu'nun XIII. yüzyıldaki altın çağında Konya'da inşa edilen yapıtlarda görülen erken Türk mimarisinin tanınması ve araştırılmasıydı. Çok gelişmiş bir sanatın şahitleri olan bizler de, özellikle antik dönem anıtları konuunda çok da derine inmeyen araştırmalarla ilgilenen ve bu anıtları değerli bulan seyyahlardaki ilgi ve hayranlığa sahip olarak yola koyulduk. Karşımıza nerede çıkarsa çıksın, bu anıtları etraflıca incelemeyi ve eğer varsa, anıtlardaki yazıtları bazen fotoğraf çekerek, bazen de kopyalayarak bütünüyle belgelemeyi görev bildik..." (Önsözden alinti)

30 yasinda bir Alman gezginin gözü ile Anadolu`yu gezerken, 20 Haziran 1895 de Aksehir´de sicakligin 16°C oldugunu bu kitapdan ögrenebilirsiniz. Hakki Konyali´nin ünlü Aksehir kitapinda görüntüledigi cogu resimde bu kitapdan alinmistir. Yazarin Aksehir´de kaldigi süre cok fotografli ama az yazi ile ele alinmis. Beysehir icin ise bu kitapda tam 22 sayfa yer ayrilmistir.



#######################################



AKŞEHİR SANCAGINDAKİ DİRLİKLERİN III. MURAD DEVRİNDEKİ DURUMU VE 1583/991 TARİHLİ AKŞEHİR SANCAGI İCMAL DEFTERİ

Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi (OTAM) Dergisi
Sayi 1
Yil 1990
Dr. M. Akif ERDOGRU
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yeniçağ Anabilim Dalı Baskani

Sancak=Liva=Kaza=ilce
Dirlik=Osmanlı İmparatorluğunda bir hizmete karşılık olmak üzere bir kimseye devletçe verilen aylık veya bir yere bağlı gelir.
İcmal=Özet

Akşehir sancağı icin XVI. yüzyılda İcmal ve Mufassul olarak pek çok kere gelir özetleri yazilmistir. Burada timar usülünün bozulmaya başladığı III. Murad devrinde, Akşehir sancağında mevcut dirlikler hakkında bilgi verilmektedir. Bu bilgileri, Ankara'da, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlügü Kuyud-ı Kadıme Arşivi'nde 333 numarada saklanılan Akşehir Livası İcmal Defteri'nden çıkartilmıştir. (Yazidan alinti)

http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/1150/13500.pdf



###########################################



Akşehir, Nasreddin Hoca Diyarı

Yayınevi: Akşehir Kalkındırma Derneği
Yayın Yılı: 1956, İstanbul
Dili: Türkçe
Ebadı : 20x27 cm, 64 Sayfa







###########################################


ŞEHİR MEDHİYELERİNE BİR ÖRNEK: AKŞEHİR MEDHİYESİ

Hacı Bektas Veli Arastırma Dergisi
Sayi 26
Yil 2003

Dr. Muvaffak EFLATUN
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Araştırma Görevlisi

Medhiye=Övgü siiri

Bu makalede Türk Edebiyatında şehirleri konu alan türler üzerinde durulup, bu türlerden şehir medhiyelerine örnek olarak Akşehir medhiyesi değerlendirilerek metin hâlinde verilmiştir.

Tarih boyunca insan, yaşadığı şehre, bulunduğu çevreye ilgi duymuş. Yeri gelmiş, bu ilgisini edebî mahiyet taşıyan mensur veya manzum eserler oluşturarak dile getirmiştir. Türk edebiyatı da bunun zengin örnekleriyle doludur. Türk edebiyatında muhteva olarak şehirleri ele alan mensur ve manzum bir çok eser yazılmıştır. Manzum olanların en yaygını şehrengizlerdir. Şehrengizler, Türk edebiyatına özgü bir tür sayılmaktadır.

Edebiyatımızda şehir veya belde isimlerinin tevriyeli kullanımına dayanan bilâdiye türünden eserler de yazılmıştır. Bir şehrin vasfında onu övmek için yazılmış medhiyeler ile bir şehrin düşman eline geçmesi üzerine söylenen şehir mersiyelerini de şehirlerle ilgili kaleme alınmış şiirler grubuna dahil edebiliriz.

“Der-Medh-i Akşehir” başlığını taşıyan şiirin şâirinin kim olduğu hakkında herhangi bir bilgi mevcut değildir. Şiire konu olan Akşehir, Konya iline bağlı bir ilçe merkezidir. Tarihi M.Ö. üçüncü yüzyıla kadar dayanmaktadır. Anadolu Selçukluları ile birlikte Türk hakimiyetine giren Akşehir, sırasıyla Eşrefoğulları, Hamitoğulları ve Osmanoğulları idaresine geçti. (Yazidan alinti)

http://www.hbektasveli.gazi.edu.tr/dergi_dosyalar/26-273-278.pdf


###############################################


XIX. YÜZYILIN VE ANADOLU’NUN ORTASINDA
AKŞEHİR


Sosyal Bilimler Dergisi
Sayı 17
Yil 2007
Doç. Dr. Muhittin TUŞ
Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi

Akşehir, Anadolu’nun ortasında bir kasabadır. XIX. yüzyılda Osmanlı siyasi ve sosyal yapısının etkislerini hissettiren bir yerleşim yeridir. XIX. yüzyılın ortasında düzenlenen kayıtlara göre Akşehir’de ne kadar hane vardır. Ayrıca burada hangi mahalleler bulunuyor. Zirai toplumun bir parçası olan Akşehir’de hangi meslekleri vardır. Bu meslekler de tanımlanarak niteliklerine göre tasnifi yapılmıştır. Mevcut iş bölümü hangi boyuttadır. Nasıl bir şehir karakter taşıdığı ortaya konmaya çalışılmaktadır. (Yazidan alinti)


###############################################

..

HER YÖNÜYLE AKŞEHİR

Yazarı: Ali Küçüktop
Yayınevi: Nareddin Matbaası
Yayın Yılı: 1978, Akşehir
Dili: Türkçe
Ebadi: 21 x 17 cm, 64 Sayfa



Akşehir ilcesinin tarihi, cografyasi, sosyal yapisi, köyleri, ekonomisi, turistik yerleri vb. hakkinda bilgi verilmektedir.

###############################################

.
AKŞEHİR´DE SIRA YARENLERİ

Yazarı: Dr. G. Tarıman Cenikoğlu
Kategori : Arastirma
Konu : Folklor
Dili: Türkçe
Ebadi : 16.5 x 24 cm; 146 Sayfa
Yayınevi : Türk Dünyası Araştırmaları Vakfi
Yayın Yılı: 1998, Istanbul
ISBN: 9754981248

Yazar Cenikoğlu'nun müşahedelere dayalı bir saha araştırmasıdır. Akşehir Sıra Yârenleri geleneği, milli folklorumuzun halen yaşamakta olan canlı ve zengin bir örneğidir. Anayurtlarından çeşitli sebeplerle ayrılan atalarımızın, gittikleri yerlere kültürlerini de götürmeleri gayet tabiidir. "Yâren" sohbet ve geleneği de bunlardan biridir. Bu sazlı ve sözlü eğlencelerimizin mazisi, büyük bir ihtimalle İslâm öncesi dönemlere kadar uzanmaktadır. Eserde; Akşehir hakkında genel bir bilgi verildikten sonra, Yârenlik hakkında çeşitli tanımlara, araştırmalara, Türkiye'de Yarenlik geleneğine, yurt dışındaki Yârenlik geleneğine, Akşehir'de sıra Yârenleri'nin tüzüğü, kıyâfeti, eşyası, defteri gibi ilginç konulara yer verilmiş. Ayrıca, Sıra Yârenleri'nin kanunu, devir teslim töreni, orta oyunu, yâren oyunları, notalarıyla türküleri, yârenlerin oturma plânları gibi belki de çoğumuzun bilmediği yârenlik adetleri mükemmel bir şekilde anlatılmış. Mahalli kelimeler sözlüğü ve yârenlerin fotoğrafları ise esere daha bir güzellik katmış. Akşehir Yarenleri'nin incelenmesi bakımından ilk eser olma özelliği yanında, Türk Kültürüne katkısı ile de dikkat çekici bir eserdir. (Alinti: Kitap Cihani)



#############################################

.
AKŞEHİR VE KÖYLERİNDEKİ TÜRK ANITLARI

Yazarı: Yekta DEMiRALP
Kategori : Mimarlik
Konu : Türk ve Osmanli Mimarisi
Dili: Türkçe
Ebadi : 27,5x19,6cm; 188Sayfa
Yayınevi : Kültür Bakanligi
Yayın Yılı: 1996
ISBN: 9751714788





###############################################




AKŞEHİR / ANADOLU EVLERİ DİZİSİ - 5

Yazari : Cengiz BEKTAŞ
Kategori : Mimarlik
Konu : Türk ve Osmanli Mimarisi
Dili: Türkçe
Yayın Yılı: 1987, 1991
Yayınevi : BİLEŞİM YAYINCILIK
ISBN: 9752710115


Akşehir’in sosyal tarihi, coğrafyası anlatıldığı gibi bir tür sözlü tarih çalışması da yapılarak ustalarla konuşulmuş. Dönemini bilen, yaşayan ve yapan ustaların anlattıkları üzerinden Akşehir evlerinin geleneksel mimari özellikleri; yapı malzeme çeşitleri, krokiler ve fotoğraflar eşliğinde bütün ayrıntılar.


###############################################


ARABISCHE WELT- UND LÄNDERKARTEN III. BAND
ASIEN I. VORDER- UND SÜDASIEN
Mit Beiheft: Islamatlas
herausgegeben von KONRAD MILLER
SELBSTVERLAG DES HERAUSGEBERS
STUTTGART 1927

Mappae Arabicae« (islamische Landkarten aus der Zeit zwischen 800 und 1400) und die »Charta Rogeriana« (Weltkarte des Idrisi aus dem Jahr 1154 n. Chr.)

Bu kitap da, islam bilginlerinin 800-1400 yillari arasindaki geografi bilgileri incelemektedir. Burada 7. ve 11. sayfada araplarin Aksehir´i "f a l ü m i" ,latince ise Philomelium olarak isimlendirdiklerini görüyoruz. Asagida kitap dan bir alinti görmektesiniz.

"8. Von Amurion nach Adalia: Diese Strecke lässt sich gut bestimmen.
maldani, meluten Ib Va, j Bulvadin
b u h a i r e busranda x/a, al buhaire bu saranda,
j der See Eber-Göl, der See der 40 Märtyrer
falümi 1, Philomelium, j Akschehir
l ä d i k i a 2, Laodicea Combusta, Ladikia Karman,
j Jorghan Ladik
künia 1, grosse Stadt, Knotenpunkt vieler Wege,
in der Zeit des Id Hauptstadt des Seldschukenreichs
rum, alt Iconium, j Konia
amrüni 1, j bei Beischehr, Gödene (Tom)
Fluss kusa 1, koga, j Kartus oder Kesme am Fluss
Koapri; Galunia (Tom)
agerusta 1, Agrusta, Gegend von Selge, j Serük am
gleichen Fluss
fum'arus 3, Mündung des 'Anis, j Owadjük
kutra 1, Kudrae, Kodros Bischofssitz, am Fluss Cestros,
oberhalb des alten Perge, j Murtana?
a n t ä l l a 1, antalia al gadita, j Adalia
."


Bu kitap PDF olarak da bulunmaktadir. Online incelenebilir (Almanca). Bakiniz:
http://edoc.hu-berlin.de/ebind/hdok/h226_mappae_arabicae_3/PDF/h226_mappae_arabicae_3.pdf

Ayni yazarin Avrupa ve Afrika üzerine de bir kitapi vardir. Bakiniz:
http://edoc.hu-berlin.de/ebind/hdok/h226_mappae_arabicae_2/PDF/h226_mappae_arabicae_2.pdf


###############################################

19 Ağustos 2010 Perşembe

Akşehir Medhiyesi: “Der-Medh-i Akşehir”

.
Medhiye methetme, övme manasına gelir. Edebiyatta birini veya birseyi övmek gayesiyle yazılan şiirlere denir.

Asagidaki şiir bir şehir medhiyesi niteliğindedir. Şiir, Ankara Millî Kütüphane’de 06 M.K. Yz. A.5629/8 numaralı bir mecmuanın içinde 32b-34b varaklarda bulunmaktadır. Mütekerrir muhammes şeklinde, mefâîlün/ mefâîlün/ mefâîlün/ mefâîlün kalıbıyla yirmi bir bend hâlinde yazılmıştır. “Der-Medh-i Akşehir” başlığını taşıyan şiirin şâirinin kim olduğu hakkında herhangi bir bilgi mevcut değildir. Ancak, şiirin son sayafsının alt kısmında kırmızı kalemle “Râsih Efendi” kaydı düşülmüştür. Yine şiirin sonunda 21 Mayıs 1321(1905) tarihi vardır ki bunun, şiirin kaleme alınma tarihi olması kuvvetle muhtemeldir

Der-Medh-i Akşehir
Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün
1
Gel ey ‘âşık temâşâ et girip bu cây-ı zîbâya
Revân olmuş nice enhâr idüben ‘azm-ı deryâya
Çemenden zeyn olup eşcâr saluban yerlere sâye
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
2
O kim Abdü’l-vahâb Gâzî çeker pâyına yârânı
‘Alemdâr-ı resûlullâh denir bilsen o sultânı
Makâmında ziyâret kıl tilâvet eyle Kur’ânı
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
3
Ricâ-yı himmet istersen görüp Mahmûd-ı Hayrânı
Yüz urup âstânına fedâ kıl yoluna cânı
Ta’alallâh makâmında müşerref eylesin anı
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
4
Bahâr Sultân yâd eyle kim oldur erlerin şâhı
İhâta eylemiş sular temâşâ eyle ol mâhı
Varıp anda karâr etsen safâdır câna vallâhi
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
5
Velîler içre gör Damra muhaldir olsa yek dâne
Erenler içre Şeyh Eyyûb yaraşır olsa merdâne
Ziyâret eylesin Hızrı hayât erer bu dem câna
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
6
O cân-ı ‘âlemin ismi olupdur Molla Tâcü’d-din
Müşerref eylesin Allah yatar Ahî Cemâlü’d-din
Du’â-yı hayr için nâmın cihâna saldı Nasrü’d-din
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
7
Bu nâm-ı pâkla Akşehir verir şöhret Karaman’a
Erenler cem’ine erdik varırsın taht-ı Yunan’a
Du’â-yı hayr ile yâd et bile Zengeli Sultân’a
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
8
Bugün gör Şeyh Battâl’ı edinmiş taguban mesken
Çekip el cümleden olmuş hakâyık sırrına mahzen
Açılsın bâğ-ı cennetden mezârına nice revzen
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
9
Bulardan sonra geldi ol Nasûhî Kutubü’l-Aktâb
Eder halka nasîhatlar kul olmuş ana şeyh ü şâb
Kerâmetin edip izhâr atıp seccâdesin der-âb
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
10
Tefekkür eyle bunları bulupdur kutb-ı devrânın
Du’â-yı hayr ile yâd et bula zevk u safâ cânın
Muhibb-i sâdıkı çokdur o sultân o rûhânın
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
11
Bu ‘âlî-tekkenin olupdur nâmı Abdullâh (?)**
Akar sular temâşâ et müşerref eylesin
Allâh Hezâr destan ile bülbül figân edip öter her gâh
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
12
O ni’met tekkesi câna bugün firdevs-i garrâdır
Dü-nîm etmiş anı dünyâ biri birinden a’lâdır
Varıp anda karâr etsin bilirsin misl-i dünyâdır
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
13
O Şeyh Sultân Muhyü’d-din tutup Hak yolunu keskin
Beğendi cümle mahlûkât anın ettikleri re’yin
Pür ihsân-ı sehâvetde ‘imâret eylemiş kâ’in
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
14
O Seyyid Yûnus’u görsen gezer sancağı şâhâne
Eğer şâha eğer bende otağın kurdu meydâna
O nesl-i ism-i ahsen kim oturmuşdur emîrâne
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
15
Bulara âşnâ ol sen dilersen eresin dosta
Bilirsen ‘ayn-ı hikmetdir yatan Sultân-ı Nevreste
İrüben hâk-i pâyına şifâ bulur nice hasta
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
16
Subaşı bâğına varsan verir cismine râhatlar
Kıyâm etmiş nice eşcâr getirir kalbe hâletler
Nazîrin görmemiş kimse geze nice vilâyetler
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
17
Yatar deryâ kenârında o Sultân Hacı İbrâhim
Acım Paşa’yı yâd ile bular derdine kâ’im
Makâm-ı ‘izamın Mevlâ müşerref eylesin dâ’im
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
18
Buların cem’ine erdi Ulu Câmi’ bulup fırsat
Ki peygamber duhûl etdi diye halk ettiler hürmet
Varıp anda niyâz etsen bulursun şükrüni cennet
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
19
Yeni Câmi’de kıl tâ’at erişe ‘avn-i Rahmânın
Cemâ’at kesretin anda görüp bula safâ cânın
Erişe himmet-i ‘âlî o Sultân Süleymân’ın
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
20
Hasan Paşa henüz inşâ edip bir mescid-i aksâ
Ki cem’ olmuş nice ervâh okurlar âyet-i zîbâ
İki rek’at kılan cum’a bulupdur kurb-ı Hak mahzâ
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya
21
Bu hâke hâk olup hâke yüz urup çağırıp yâ Hak
Bu cümle ehl-i İslâma ‘inâyet eyle gel mutlak
Cihân-ı fâni durur bâkî kalan sensin hemân ancak
Bugün benzettim Akşehir’i cinân-ı bâğ-ı me’vâya
Felek mislin getirmemiş anın bir dahi dünyâya


Alinti: Dr. Muvaffak EFLATUN
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Araştırma Görevlisi

Kaynak: http://www.hbektasveli.gazi.edu.tr/dergi_dosyalar/26-273-278.pdf
.

17 Ağustos 2010 Salı

Tarihi Haritalarda Akşehir

.
Milatdan önce 250 yilinda Anadolu = Kücük Asya = Asia Minor (lat.)


.
Aksehir (Aksar) ortada ki gölün solunda

.

Aksehir´in (Philomelium) m.s. (Milatdan sonra) 50 yilinda haritada görünümü



Aksehir´in (Ak Shehr) 1481-1683 yillarinda haritadaki görünümü





















© The Historical Atlas by William R. Shepherd, 1923.
Osmanli Impartorlugunun 1481-1683 tarihleri arasindaki durumunu gösteren, 1923 de basilmis bu haritada Aksehir´in yeride gösterilmektedir. (Haritayi tiklayarak büyütebilirsiniz) O zamanlarin büyük yerlesim yerlerinin gösterildigi bu haritada, Karaman ve Konya (Konieh) nin yaninda Aksehir (Akshehr) bulunmaktadir.



Aksehir´in (Ak Shehr) 1845 tarihli haritadaki görünümü

























© General view of the Noël & Vivien map of the Ottoman Empire, 1845
Kaynak: http://www.euratlas.net/cartogra/ottoman_1845/index.html




Aksehir´in tarih akiminda yerini görmek istiyorsaniz, buraya bakiniz: http://www.euratlas.net/history/europe/1/1_Southeast.html
Haritayi tikladikdan sonra sol tarafdaki tarihleri tiklayiniz. Burada ki bilgilere göre Aksehir,
0000-395 tarihine kadar Roma Imparatorlugu
395 - 1100 tarihine kadar Dogu Roma Imparatorlugu (Bizans)
1100-1300 tarihine kadar Rum-Selcuklu Devleti
1300-1467 Sahip Ata, Esrefogullari, Hamitogullari ve Karamanogullari Beylikleri
1467-1923 Osmanli Imparatorlugu
1923 - simdi Türkiye Cumhuriyeti sinirlari icinde kalmistir.


Haritalar icin diger kaynaklar:

http://www.maproom.org/c/index.php

http://www.clas.ufl.edu/users/ufhatch/pages/03-Sci-Rev/SCI-REV-Home/Historical-Research/history_shepherd_1911.html

5 Ağustos 2010 Perşembe

Akşehir’den bir Aktrist: Meltem Cumbul

.


Meltem Cumbul (d. 11 Kasım 1970 ), Türk sinema ve dizi oyuncusu.

1987 yılında Izmir Özel Ata Lisesi’nden mezun olduktan sonra, Mimar Sinan Üniversitesi’nin Tiyatro bölümüne kaydoldu. 1991 yılındaki mezuniyetinin ardından profesyonel anlamdaki ilk iş deneyimi için Londra’ya gitti.

Ömer Karacan’ın keşfettiği Cumbul, gönlü tiyatroda olmasına rağmen Karacan’ın yapımcısı olduğu Genç Çizgi isimli programı sundu. O dönemde TRT için Radyotek isimli bir program da hazırlayan Cumbul 1993 yılında Türkiye’ye döndü ve Aşağı Yukarı isimli yarışmayı sunmaya başladı.

1994 yılında yine bir TV projesi olan “Nerden Başlasak Nasıl Anlatsak?” isimli talkshow’u sunan Cumbul, programda ünlü isimlerle sohbet ediyor ve starların taklitlerini yapıyordu. TV izleyicisi tarafından büyük ilgiyle karşılanan programdan sonra Marguerite Duras’ın Ayrılık Müziği'nde başrolde oynadı. Tiyatro projelerine o dönemde ağırlık veren oyuncu aynı zamanda Arnold Wesker’in “Dört Mevsim” isimli oyununu da sahneye koydu ve yönetmenliğini yaptı.
Alp Buğdaycı’nın başrolde oynadığı “Bir Sonbahar Hikayesi” filmiyle ilk sinema tecrübesini yaşayan oyuncu daha sonra “Sahte Dünyalar” isimli TV dizisinde oynadı.

1995'te Böcek ve Bay E filmlerinde ufak rollerde göründükten sonra, yönetmenliğini Barış Pirhasan’ın yaptığı ve uluslararası isimlerden oluşan oyuncu kadrosuyla dikkat çeken ödüllü film Usta Beni Öldürsene’de performansıyla adından söz ettirdi.

1997’de TV’deki başarılı projelerine bir yenisini daha ekledi: Meltem Cumbul Show. Karışık Pizza, Duruşma, Propaganda, Geboren in Absurdistan gibi filmlerde başrolde onayan Cumbul, 90’lı yıllar boyunca TV, sinema ve tiyatro çalışmalarıyla yükselişe geçmişti.
1999’da rating rekorları kıran ve Türk televizyon tarihinde en çok başarı kazanan dizilerden biri olan uzun soluklu TV dizisi Yılan Hikâyesi’ndeki rolüyle hafızlara kazındıktan sonra, Maruf (2001) "Biz Size Aşık Olduk" (2002) "Beşik Kertmesi" (2002), "Gurbet Kadını" (2003) gibi iddiasız yapımlarda kamera önüne geçti.

Cumbul 2000 yılında bir West End ve Broadway showu olan Smokey Joe’s Cafe müzikalinin Türkiye ayağında başroldeydi.

Meltem Cumbul ilk ödülüne Ziya Öztan’ın yönetmenliğini yaptığı Abdülhamit Düşerken filminde gösterdiği başarılı oyunculuğuyla kavuştu. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünün sahibi olan Cumbul, Berlin Altın Ayı ödülünü kazanan dünya sinemasının önemli filmlerinden biri olan Fatih Akın imzalı Gegen Die Wand (Duvara Karşı)’da yardımcı kadın oyuncu rolündeydi.

2004'te Türkiye’de yapılan Eurovizyon Şarkı Yarışması’nın sunuculuğunu Korhan Abay ile birlikte gerçekleştirdi. Aynı yıl mimar Çağlayan Tuğal’la evlendi ancak bir yıl sonra Tuğal’dan boşandı.

2005’te usta oyuncu Şener Şen ve Timuçin Esen’le birlikte Gönül Yarası’nda başrolleri paylaşan Cumbul, filmdeki başarılı performansıyla adından uzun süre bahsettirdi. Film Amerika’da ve Avrupa’nın birçok ülkesinde gösterime girdi.

Cumbul 26. İstanbul Film Festivali’nin uluslar arası jürisinde Jane Champion, Jan Chapman gibi önemli isimlerle birlikte jüri üyeliği yaptı ve California Dreamin’daki Palm Springs Uluslarararası Film Festivali’nin galasına davetli olarak katıldı.

2005’in sonunda oyunculuk konusunda eğitim alıp kendini geliştirmek için Los Angeles’a giden Meltem Cumbul halen Los Angeles’ta sinemayla ilgili projeler konusunda çalışmaktadir. .

Filmografi:

Tell Me Oh Khudaa (2010)
Her Şeyin Bittiği Yerden (2009)
Aşk Yakar (2008) - TV Dizi - Nazlıimm
A Beautiful Life (2008) - Antanas
The Alphabet Killer (2008) - Anne
Mevlana Aşkı Dansı (2008) - Seslendirme
Doktorlar (2007) - Konuk Oyuncu
Parmaklıklar Ardında (2007)
Arka Sokaklar (2006) - Konuk Oyuncu
Avrupa Yakası (2005) - Konuk Oyuncu
Gönül Yarası (2004) - Dünya
Duvara Karşı (2003) - Selma
Gurbet Kadını (2003) - TV Dizi - Elif
Biz Size Aşık Olduk (2002) - TV Dizi - Reyhan
Abdülhamit Düşerken (2002) - Şahabettin Paşa'nın kızı Nimet
Beşik Kertmesi (2002) - Tekgül/Elmas Mağden
Maruf (2001) - Cankız
Doğum Yeri Absürdistan (1999) - Emine Dönmez
Propaganda (1999) - Filiz
Duruşma (1999) - Nazan
Yılan Hikayesi (1999) - TV Dizi - Zeynep
Karışık Pizza (1998) - Emel
Usta Beni Öldürsene (1996) - Katja
Tatlı Kaçıklar (1996) - Meltem Cumbul
Bay E (1995)
Çiçek Taksi (1995) - Meltem Cumbul
Sahte Dünyalar (1995) - Nilgün Kılıç
Böcek (1995)
Bir Sonbahar Hikayesi (1994)

Ödülleri:
Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği: En İyi Kadın Oyuncu2004 Abdülhamit Düşerken filminde
Antalya Altın Portakal Film Festivali: En İyi Kadın Oyuncu 2003 Abdülhamit Düşerken filminde
Ankara Uluslararası Film Festivali: En İyi Kadın Oyuncu 2000 Duruşma filminde
Sadri Alışık Ödülleri: En İyi Kadın Oyuncu 1999 Karışık Pizza filminde
.
Kaynak: Wikipedia, Biyografi.info

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Akşehir’den bir Yazar: Tarık Buğra

.
Tarık Buğra, (d. 2 Eylül 1918 – ö. 26 Şubat 1994). Roman, hikâye, oyun ve fıkra yazarı.

Erzurumlu Mehmet Nazım Bey ile Akşehirli Nazike Hanım’ın tek erkek çocuğu olarak 2 Eylül 1918’de Akşehir'de doğdu. Babası Akşehir’de Ağır Ceza reisiydi.
:
Tarık Buğra, ilkokulu 1930 yılında, ortaokulu 1933 yılında Akşehir’de bitirmiş ve aynı yıl yatılı olarak İstanbul Lisesi’ne gitmiştir. Yatılı olarak okuduğu İstanbul Lisesi’nde Pertev Naili Boratav’ın öğrencisi oldu. Lise yıllarında ilk aşkına kendini ispat etmek için yazar olma kararı almıştır. Lise yıllarında Tarık Nazım Müstear ismiyle hikaye ve şiirler yazmaya başlayan Tarık Buğra, bir meslek sahibi olamadığı için bu aşk evlilikle sonuçlanamamıştır.
.
Buğra İstanbul Lisesi’nin ikinci sınıfında iken okulun yatılı kısmı kapatılır ve yatılı öğrenciler Haydarpaşa Lisesi’ne gönderilmiştir. Başka okullardan da gelen öğrencilerle bu kalabalık ve kargaşadan bıkmış ve Konya Lisesi’ne kaydolmuştur. Tarık Buğra Konya Lisesi’nden 1936 da mezun olmuştur. On sekiz yaşındadır ve diplomasını pekiyi dereceyle aldığı için İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Buğra’yı fakülteye kaydetmiştir. Buğra burada pek başarılı olamaz, iki yıl aynı sınıfı okumuş yine de başarılı olamamış, kendini gece âlemlerine kaptırmıştır. Oysa babası oğlunun eğitimi için Akşehir’deki evini de satmıştır.
.
Buğra sınıfını geçemeyince Tıp Fakültesi’nden ayrılıp Hukuk Fakültesi’ne yazılır. İlk başlarda bu okul değişikliği ona iyi gelmiştir. Ancak bir de parasızlık vardır... Tıbbiyedeyken kaldığı yurttan da atıldığı için, babasının çok zor şartlar altında gönderdiği harçlık yetmemiş, zaman zaman parklarda sabahlamıştır. Üç yıl katlandığı bu zor şartlarla Hukuk Fakültesi’ni de bitiremedi. İstanbul Üniversitesi Tıp ve Hukuk fakültelerinde bir süre okuduktan sonra kaydolduğu Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümü'nün son sınıfından, bitirme tezini veremeden okuldan ayrıldı.
.
Ardından askerlik günleri, İskenderun’daki hazırlık kıtasına sevk edilmiş, oradan da Ankara’daki Yedek Subay Okulu’na gitmiştir. Buğra’nın askerlikte üç yılı vardır, bu üç yılda da on bir sürgünü olmuştur. Sürgünlerine sebep olarak Milli Şef İsmet İnönü’nün o günlerde kendi bıyıklarını kesmesi ve bütün askerlerden ve devlet memurlarından da bıyıklarını kesmelerini istemesi olayıdır. Buğra bıyıklarını kesmemiş, bu yüzden de sürgün olmayı kabul etmiştir.

Askerlik bittikten sonra yeniden İstanbul’a dönmüş, Ahmet Ateş’in teşvikiyle 1947 sonbaharında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne kayıt yaptırmıştır. Kısa bir süre sonra askerde tanıdığı Behçet Necatigil’in yardımıyla Şişli Terakki Lisesi’nde muallim muavinliğinde bulunmuş ve bu okulda ders vermeye başlamış, maddi açıdan biraz rahatlamıştır.
.
Fakültede Türk Dili ve Edebiyat Bölümü öğrencilerinin çıkardığı bir dergi vardır: “Zeytin Dalı”. Dergide öğrencilerin yanı sıra hocaların da yazıları yer almaktadır. Buğra bu dergiye hocası Prof. Dr. Mehmet Kaplan’ın isteği üzerine “Kekik Kokusu” isimli bir hikâye yazmıştır fakat Mehmet Kaplan bu hikayeyi beğenmemiştir: “Sen hikaye falan yazamazdın” diyerek onu kırma yoluna gitmiştir. Bu söz Buğra’nın zoruna gittiğinde o akşam Şişli Terakki Lisesi’nde “Oğlum” isimli hikayesini yazmıştır. Ertesi gün Mehmet Kaplan’a hikayeyi okutmuş ve onun beğenisini kazanmıştır. Kaplan bu hikayeyi hemen yayınlatacağını söyleyerek onun gönlünü almaya çalıştıysa da başaralı olamamıştır, Buğra onun bu teklifini kabul etmemiştir. Hikayesini Cumhuriyet Gazetesi’nin açtığı yarışmaya göndermiş ve bin liralık büyük ödüle layık görüldüğü ilan edilmiştir (1948). Ancak, Tarık Buğra’ya bu para yerine altın bir kalem ödül olarak verilmiştir. Aynı yarışmada Doğan Nadi’nin bölük komutanı birinci ilan edilmiş ve bu zatın hikayeci olarak adına ikinci bir kez rastlanılmamıştır.
.
Bu ödül neticesinde aldığı yoğun iş teklifleriyle basın hayatına atılma konusunda cesareti artmış ve Akşehir’e dönerek babası ile birlikte ilk sayısı 1949’da yayınlanan Nasrettin Hoca gazetesini çıkarmaya başlamışlardır. Gazete, Akşehir Konya ve çevresinde etkili olduysa da ömrü uzun olmamıştır. Tarık Buğra, 28 Haziran 1952’de gazeteyi ve aynı zamanda babasını da kaybetmiştir. Gazetenin elden çıkması ve babasının vefatından sonra Buğra tekrar İstanbul’a dönmüş. Milliyet, Vatan, Yeni İstanbul gibi gazetelerde edebiyat tenkitleri ve denemeler yazmaya başlamıştır (1952-1956). Bu yazılarındaki tarafsız ve tavizsiz tenkitler, bazılarını gücendirmiş, hatta bazı kapıların Buğra’ya kapanmasına sebep olmuştur. 1957’de Ankara’da çıkarılması düşünülen Yeni Gün isimli gazetenin kurucusu ve yayın müdürü teklifini kabul eden Buğra, yedi ay kadar bu gazetenin neşrini üstlenmiştir. Arkasından İstanbul’daki Vatan gazetesinin yazı işleri müdürlüğüne gelmiş, oradan Milliyet’e geçerek spor sayfası sorumlusu olmuştur. 1959’da ise Tercüman gazetesindedir. Bu arada kısa bir İskandinavya seyahati olmuştur. Dönünce Yeni İstanbul gazetesinin yayın müdürlüğünü kabul etmiştir. Daha sonra Türkiye Spor isimli günlük spor gazetesinin neşriyat müdürlüğüne getirilmiştir. Bu arada “Küçük Ağa”yı hazırlamıştır ve 1963’te Yeni İstanbul’da tefrika ederek 1964’te yayınlatmıştır. Yol Dergisi (1968) ve Tercüman gazetesinde (1970-1976) sanat sayfaları düzenledi, fıkralar yazdı, yazı işleri müdürlüğü yaptı. Hisar Dergisi ve Türkiye Gazetesi’nde de yazdı.
.
Tarık Buğra ilk evliliğini 23 Eylül 1950’de Edebiyat Fakültesi’nden tanıdığı Jale Baysal ile yapmıştır. Bu evlilikten 1951’de bir kızı (öğretim üyesi Ayşe Buğra) olmuş, eşiyleyse 18 yıl evli kaldıktan sonra ayrılmıştır. Uzun süren bir yalnızlık sonra Buğra Hatice Bilen ile 8 Eylül 1977’de evlenmiştir.
.
1951’den sonra Milliyet, Vatan, Yenigün, Yeni İstanbul gazeteleri ile haftalık Yol dergisinde yazdı. Bu gazete ve dergilerin bazılarında yazı işleri müdürlüğü yaptı. Tercüman Gazetesi'ndeki köşe yazarlığından 1976’da ayrıldı, zamanını bütünüyle edebiyata verdi. Devlet Tiyatroları’nda Edebi Kurul Başkanlığı’nda Edebi Kurul üyeliği yaptı. Milli Kültür Vakfı, TRT, Kültür Bakanlığı, Türk Dünya Araştırmaları Vakfı, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından ödüllendirilen Buğra, 1991 yılında ise devlet sanatçısı seçilmiştir.
.
Tarık Buğra, ilk piyeslerini ve "Yalnızların Romanı"nı askerliği sırasında yazmıştı. 1940’da tamamladığı roman, 1948’de Çınaraltı dergisinde tefrika edilmişti. Ama adı, bir iddia üzerine üç saatte yazdığı “Oğlumuz” adlı hikâyesinin 1948’de Cumhuriyet Gazetesi'nin açtığı yarışmada ikincilik kazanmasıyla duyuldu. 1949’da yayımladığı ilk hikâye kitabı Oğlumuz’u, 1952’de Yarın Diye Bir Şey Yoktur, 1954’te İki Uyku Arasında, 1964’te Hikâyeler izledi. Kasaba yaşantısından, orta sınıf insanların ev ve aile ortamlarından kesitler verdiği hikâyelerinde, yoğun, şiirli bir dille aşk, yalnızlık, uyumsuzluk gibi temaları işledi. Olay örgüsünden çok iç gerçekliğe ağırlık verdi. 1955’te çıkan "Siyah Kehribar"la romana geçti.
.
Kurtuluş Savaşı’na merkezden değil, bir kasabadan baktığı Küçük Ağa’da (1963) yakın tarihe resmi tarih anlayışının dışına çıkan bir yorum getirdi. Bu romanın devamını 1967’de Küçük Ağa Ankara’da adıyla yayımladı. Firavun İmanı (1976), Dönemeçte (1978), Gençliğim Eyvah (1979), Yağmur Beklerken (1981) adlı romanlarında da Cumnuriyet’in çeşitli evrelerini, demokrasiye geçiş sürecindeki çalkantıları konu edindi. Ortaouyncusu “Komik-i şehir” Naşit’in hayatından yola çıkarak yazdığı İbiş’in Rüyası ile 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması’nda başarı ödülü, Osmanlı İmparatorluğu ’nun kuruluş yıllarını anlattığı Osmancık’la (1985) Milli Kültür Vakfı Edebiyat Armağanı’nı, Yağmur Beklerken’le Türkiye İş Bankası Büyük Ödülü’nü aldı. 1991’de Devlet Sanatçısı unvanını aldı. Birey özgürlüğünü savunduğu Ayakta Durmak İstiyorum (1966) ve Üç Oyun (1981) adıyla kitaplaştırdığı piyeslerinin hemen hepsi sahnelendi, romanları TV dizisi haline getirildi. Fıkralarından seçmeleri Gençlik Türküsü (1964), gezi notlarını Gagaringrad (1962), dil ve edebiyat üzerine yazılarını Düşman Kazanmak Sanatı (1979), denemelerini Bu Çağın Adı (1979) başlıklarıyla yayımladı.
.
Foto © yazarmezar.com
.
Tarık Buğra, 1993 Eylül’ünde tatil için gittiği Akçay’da rahatsızlanır. Hastalığına bir aylık gecikmeden sonra kanser teşhisi konur. Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde bir ameliyat oldu. Ameliyattan dört ay sonra 26 Şubat 1994 tarihinde vefat etti. 28 Şubat’ta Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Karacaahmet Mezarlığı’nda 1. adada, annesi Nazike Hanım’ın yanında toprağa verildi.

.
Foto © merhabahaber.com

2004 yılında Akşehir'e Tarık Buğra heykeli dikildi. Ayrica Ankara´da bir heykeli daha vardir
Istanbul-Pendik de bir liseye "Tarik Bugra Lisesi" adi verildi. Eski Aksehir Merkez Ortaokulu´nun adi 24.02.2002 tarihinde degistirilerek "Aksehir Tarik Bugra Ilkögretim Okulu" adi verildi.

:.
Eserleri:
Hikâye:
Oğlumuz (1949)
Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952)
İki Uyku Arasında (1954)
Hikâyeler (1964, yeni ilavelerle 1969)

Tiyatro:
Ayakta Durmak İstiyorum
Akümülatörlü Radyo
Yüzlerce Çiçek Birden Açtı – 1979)

Gezi Yazıları:
Gagaringrad (Moskova Notları) (1962)

Fıkra ve Deneme:
Gençlik Türküsü (1964)
Düşman Kazanmak Sanatı (1979)
Politika Dışı (1992).

Roman:
Siyah Kehribar (1955)
Küçük Ağa (1964)
Küçük Ağa Ankarada (1966)

İbişin Rüyası (1970)
Firavun İmanı (1976)
Gençliğim Eyvah (1979)
Dönemeçte (1980)
Yalnızlar (1981)
Yağmur Beklerken (1981)
Osmancık (1983)
.
Senaryo ve oyunu:
Sıfırdan Doruğa-Patron (1994).
.

Kaynak: tr.wikipedia.org ; Yazarmezar.com
.
Aksehir´de okula gittigim yillarda, bana edebiyat ögretmenimizin "Aksehir´den cikmis ünlü bir yazar var. Onuda okuyun" dedigini hic hatirlamiyorum. En azindan tarih dersinde, kurtulus savasi islendiginde, ögrencilerin o zaman ki durumu daha iyi anlayabilmeleri icin, Kücük Aga romanini okumalari ögretmenleri tarafindan tavsiye edilmelidir.
Ayrica "Nasreddin Hoca Senlikleri" gibi bu ünlü yazarimiza da bir "Tarik Bugra ve Edebiyat Haftasi" gibi bir düzenleme yapilamaz mi?
.

Tarık Buğra: KÜÇÜK AĞA adlı romanın özeti

.


Yazar: Tarık Buğra , 1966

Konu
Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Osmanlı Devleti eski gücünü, heybetini kaybetmeye başlamış, isyanlar ve işgallerle zayıf duruma düşmüştür. Kitapta, bir Anadolu kasabası olan Akşehir'den yola çıkılarak, kurtuluş mücadelesinin bir bölümü anlatılmaktadır. Olaylar Akşehir’de kasabasinda başlar ve gelişir.

Özet

Dünya Savaşı resmen sona ermiş olmakla birlikte, Osmanlı Devleti üzerinde yarattığı etkiler tüm gücüyle devam emektedir. Savaş sonrası birçok asker memleketlerine geri dönmüştür. Zayiatın büyüklüğü evlerine dönen erlerin çoğunun gazi oluşuyla daha da iyi anlaşılmıştır. Bu erlerden biri de Salih adlı Akşehirli bir askerdir. Memleketine döndüğünde kaybettiği kolunun acısıyla beraber, ülkenin durumunu daha acı bir şekilde anlayan Salih gittiğinden beri çok şeyin değiştiğini görür.

Önceleri dost olarak yaşayan Rumlar ve kendi halkı şimdi birbirinden soğumuştur. Salih’in samimi arkadaşı olan Niko da bir Rum dur ve gelişmelerden o da etkilenmiştir. Yavaş yavaş Yunan ve İngiliz ordularının işgal haberleri gelmekte ve iki halkın birbirine olan düşmanlığı artmaktadır. Salih ise yüzyıllardır Osmanlı himayesinde rahatça yaşayan Rumların bu davranışını bir ihanet olarak görmekle beraber arkadaşı Niko’dan kopamamaktadır.

Rumlarla olan dostluğu kasabalı tarafından fark edilir ve kasabalı Salih’i dışlar. Salih artık sürekli Niko ve O’nun çevresiyle dolaşır olmuştur. Artık Osmanlı ve Padişaha olan güvenci de sarsılmıştır. Kaybettiği kolunun hayatına tesiri büyük olmuştur. Kimsenin O’na hak ettiği saygıyı göstermediğine inanan Salih kendini namazdan niyazdan çekmiştir. Öte yandan halk işgallere tepkisiz kalmama kararı almıştır fakat bunun kimin önderliğinde yapılacağı karmaşası vardır.

Salih günler geçtikçe kendi kasabalısının tepkisini kazanmış ve artık istenilmeyen biri olmuştur. Bu sırada kasabaya İstanbullu Hoca adında bir hoca gönderilir. İstanbul’dan gönderiliş amacı kasabada padişaha ve Osmanlı’ya bağlılığı teşvik edici düşünceyi sağlamaktır. Hoca gerçekten de çok etkili bir insandır ve halkın büyük beğenisini ve takdirini kazanır. Vaazlarda cemaate Osmanlı padişah ve din lehinde düşüncelerini aktarmaktadır. Bu sırada memlekette Hoca’nın düşüncesine tam ters olmamakla birlikte, kurtuluş ümidi olabilecek bir örgüt kurulmaktadır.

Kuvayı Milliye adı verilen bu örgüt Anadolu’da işgalleri önlemek ve İstanbul ve padişah yönetiminin boyunduruğundan kurtulmak için kurulmuştur. Fakat Kuvayı Milliye’nin işi çok güçtür. Memlekette işgallere karşı veya işgallerden yana birçok örgüt vardır. Kuvayı Milliye önce bu örgütleri kendi tarafına çekmeli veya bertaraf etmelidir. Hocanın vaazları da Kuvayı Milliye ilkelerine ters düşmektedir. Hoca her fırsatta padişaha bağlılıktan bahsetmektedir, Kuvayı Milliye ise padişahtan kurtulmak, yeni bir yönetim kurmak amacını gütmektedir.

İşte bütün bu ihtilaflar dolayısıyla Kuvayı Milliye yandaşları ve Hoca arasında bir elektriklenme ve zıtlaşma meydana gelir. Hoca ise halka kendini çok sevdirmiştir çünkü her yönüyle iyi ve doğru bir insandır. Fakat Hoca da kendi içinde bir yandan yaptığı işin gerçekten doğru olup olmadığının sorgulamasını, padişaha olan güvencinin doğruluğunun şüphesini yoklamaktadır. Kuvvacılarla Hoca arasındaki çatışma zamanla iyice açık şeklini alır ve vaazlarda karşıt fikirler açıklanır.

Olaylar gelişirken Salih ise unutulmuşluk ve terkedilmişlikten bir kaçış olarak Kuvayı Milliye’ye katılmaya verir. O’nu bu kararı vermeye zorlayan başka bir şey ise yakın arkadaşı Niko’nun da sonunda Osmanlıya karşı savaşta yer almasıdır. Salih bu ihanetin öcünün peşinden koşacak ve kurtuluş mücadelesinde büyük rol oynayacaktır. Kuvva bir türlü hizaya gelmeyen Hoca hakkında ölüm emri çıkartır. Hoca evliliği ve çocuğu ve en önemlisi de halkın zorlamasıyla Akşehir’den kaçar ve çete reislerine sığınır.Kuvva ile arasında yaşanan kovalamacadan sağ kurtulur ve kendi başına yanına adam da alarak bir kasabaya sığınır.

Kuvva ise Hocayı kaçırdığı için üzgündür ve Salih’i O’nu bulmakla görevlendirir. Hoca ise şimdi hangi tarafta yer almak gerektiğinin hesabını yapmaktadır. Kuvayı Milliye ise her geçen gün başarı kazanmakta ve güçlenmektedir. Salih Hoca’yı bulur ve O’nu padişah hizmetinden vazgeçerek Kuvva yararına çalışmaya ikna eder. Beraberce Çerkez Ethem’in kardeşi Tevfik Bey’in çetesine katılırlar. Çerkez Ethem ve kardeşleri milli mücadelede en büyük rollerden birini üstlenmiş ve gerek düşman işgallerine gerekse ayaklanmalara karşı başarılar sağlamışlardır. Fakat şimdi düzenli ordu ve İsmet Paşa’nın emri altına girmek söz konusu olunca Çerkez Ethem ve kardeşleri zıt bir tavır takınarak Kuvva’ya ve Ankara’ya karşı isyan bayrağı açmıştır.

Hoca ise bu yolun yanlış olduğuna inanır ve onları bu yoldan döndürmek için planlar kurar. Hoca’nın amacı Çerkez Ethem ve kardeşlerini Kuvva’ya karşı cephe almaktan vazgeçirmek olmasa bile olası bir isyan halinde güçlerini zayıflatmaktır. Bu sırada Hoca Salih’ i haber edinmek için Akşehir’e yollar. Akşehir’de ise Hoca öldü bilinmektedir. Oysa Hoca hayattadır ve yeni kimliği “Küçük Ağa” ile kuvva yararına çalışmaktadır. Hoca’nın Kuvva yararına çalıştığı haberi Salih tarafından Akşehir’de sadece Kuvvacı olan birkaç kişiye duyrulur ve memnuniyet yaratır.Başta Kuvayı Milliye hareketine büyük hizmet vermiş Doktor olmak üzere Kuvvacılar Hoca’nın kendi saflarına katılışından büyük haz duyarlar.

Hoca Ethem’in İsmet Paşa hizmetine girmemek için yapacağı en büyük saldırı olan Kütahya saldırısında O’na bir oyun oynayarak başarısızlığını sağlar ve Kuvayı Milliye’ye en büyük hizmetini vermiş olur. Ethem ise Yunanlılara sığınacaktır. Hoca ise bütün bu ihtiras ve gücü elinde bulundurma tutkusuna kapılan insanlardan nefret etmektedir. Artık savaş alanından başka bir cephede de mücadele verilmektedir, şimdi iktidar çekişmeleri büyük tehdit oluşturmaktadır. Hoca bunu acıyla farkeder. Ankara ise Hoca’nın başarılarından haberdardır ve kendisini Ankara’ya davet eder. Daveti kabul eden Hoca Ankara’nın durumunu yakından görür ve cephede savaşmanın, bu iktidar kavgasında yanlış düşünenlere ve hainlere verilecek savaştan daha kolay olduğunu düşünür.

Fevzi Paşa Hoca’ya yakınlık gösterir. Hoca bütün bu kişiliklerin önemini daha iyi anlamaktadır. Memleket zafere doğru gitmektedir ve bu noktada Ankara ve Melis’e büyük iş düşmektedir. Bu sırada Küçük Ağa yani İstanbullu Hoca Ankara'da kendisini Akşehir'den tanıyan ve bir zamanlar zıt fikirleri yüzünden tartıştığı Kuvvacı Doktor ile buluşur.

Doktor böyle saygıdeğer birinin kendi saflarına katılışından duyduğu mutluluğu Hoca’ya söyler ve asıl kimliğini bilenin sadece kendisi olduğunu, kendisi dışındakilerin O’nu Küçük Ağa diye tanıdıklarını anlatır. Hoca ise artık özlediği eşi ve çocuğunun özlemiyle yanmaktadır.

Küçük Ağa Fevzi Paşa ile birlikte Akşehir’e gelir ve burada da tanınmadığını ve Küçük Ağa olarak bilindiğini görür. Eşi ve Çocuğu hakkında bilgi alır ve çocuğunu bulur fakat eşinin durumu kötüdür. Eşine geldiğini haber eder fakat kadın ölmek üzeredir ve oğlunu Hoca’ya emanet ettiğini söylemekle kalır ve günler sonra da ölür. Hoca daha sonra Ankara’ya döner ve mücadeleye devam eder.


Ana Fikir
Vatan ve millet sevgisi, bağımsızlık duygusu. Kurtuluş savaşının küçük bir kasaba' dan (Akşehir’den) görünüşü.
Şahıslar ve Olaylar
Küçük Ağa(İstanbullu Hoca): Kurtuluş mücadelesine büyük hizmetler vermiş binlerce kişiden biri.

Salih: Birinci Dünya Savaşında sağ kolunu kaybetmiş ve hayatının anlamını Kurtuluş Mücadelesi ile tekrar kazanan biri.

Çerkez Ethem: Başlarda vatan ve millet için yeri tutulmaz hizmetler vermiş, cephede büyük başarılar göstermiş, fakat düzenli orduya geçme kararı alındığında tamamen zıt fikirleri benimsemiş ve zararlı olmuş bir çete reisi.

Doktor Haydar Bey: Dünya Savaşında Yüzbaşı rütbesiyle görev yapmış ve milli mücadele yıllarında Kuvayı Milliye’ye büyük hizmetler vermiş bir asker.

Ali Emmi: Kurtuluşu Kuvayı Milliye’de gören ve çok büyük fedakarlıklarda bulunan yaşlı bir vatandaş.
.
Yazana tesekkürler. (Tabi ki kendim de okudum bu romani)
:
Aksehir´de okula gittigim yillarda, bana edebiyat ögretmenimizin "Aksehir´den cikmis ünlü bir yazar var. Onuda okuyun" dedigini hic hatirlamiyorum. En azindan tarih dersinde, kurtulus savasi islendiginde, ögrencilerin o zaman ki durumu daha iyi anlayabilmeleri icin, Kücük Aga romanini okumalari ögretmenleri tarafindan tavsiye edilmelidir.
: